13 Şubat 2009 Cuma

Bugün gibi hatırlıyorum

Küçüktüm, Yüksekova'da gece geç saatlerde her an kapınız bir ahırın kapısı çalınır gibi çalınabilirdi.

Bugün gibi hatırlıyorum…

Çamurlu botlarıyla içeri giren, "timler" en ufak bir suç aleti buluncaya kadar evinizi darmadağın edercesine arayabilirlerdi.

Unutmak mümkün değil o korku dolu geceleri. Hele bir de çocuksanız…

Çamurlu botlarıyla bizim eve de baskın düzenlemişti o "timler".

Yaklaşık 2 saat boyunca evin tüm odalarını alt üst edip didik didik aramışlardı "suç aletlerini".

Ağabeylerimin ve ablalarımın bütün ders kitapları ve defterleri dahi sayfa sayfa kontrol ediliyordu. Defterlerin herhangi bir sayfasında "Ben Kürdüm, Kürtler vardır" diye bir not görülseydi, 10 – 15 yıl boyunca koparacaklardı onları bizden.

Neyse ki annem aklımızdan geçen "suç aletlerini" evimizin yan tarafında bulunan tandır evinin bahçesine gömmüştü.

Şivan Perwer veya Ahmet Kaya'nın kasetleriydi suç aletlerimiz.

Yanlış duymadınız, TRT Şeş'in açılış programına davet edilen ve geçtiğimiz gün devlet kanalının röportaj yaptığı Şivan Perwer, "Kürtçe bir şarkı okuyacağım" dediği için sürgüne gönderilen Ahmet Kaya…

Ne zaman birileri gözaltına alınmaya başlansa annem, kasetleri ya bahçedeki toprağa gömerdi, ya da çatıda zulalardı…

Bugün gibi hatırlıyorum…

Her gün onlarca genç gözaltına alınıp işkencelerden geçiriliyordu.

Günlerce süren sokağa çıkma yasakları da cabası...

İnsan haklarından bahsetmek kimin haddine?

Gece yapılan baskınlarda, gencecik bedenler ailelerinden alınıyordu, bu duruma isyan eden aileleri ise darp ediliyordu.

Sonraki gün, gözaltına alınıp tutuklananların haberleri geliyordu. Ardından da 10 veya 15 yıl hapis cezası aldıkları yayılırdı kulaktan kulağa.

Gözaltında kayboluyordu bedenler, öldürülüyorlardı köşe bucak…

Ardından sıralanıyordu dizeler:

"Zekî kuştin ber malan e
megrî, megrî, dayê megrî"

Bütün bunlar sabır tansiyonlarını yükseltiyordu o zamanlar.

Hapsedildi ağabeylerimiz, susturuldular, yok edildiler.

Onlar gelecekleriydiler o zamanın, bugünün söz sahipleri olacaklardı.

Bugün gibi hatırlıyorum…

Yarısından fazlası hapishanelerde gördükleri işkencelerden dolayı dağa çıktı.

Bir bölümü, işkencelerde gördükleri korkunun etkisinde kalıp sustu, susturuldu, diğerlerinin de şuan halen Kürt sorununun demokratik çözümü için mücadele verdiğini biliyorum.

Her biri işkencelerden geçirilerek (suçlu veya suçsuz) yıllarca dört duvar arasında bırakılarak militanlaştırıldılar.

Neydi sorun, ne istiyorlardı?

Onurları, kişilikleri ve kimlikleriyle ne kadar oynanırsa oynansın, binlerce yıldan beri içlerinde işkenceyle, sancıyla, acıyla, namusla taşıdıkları Kürt kimliklerini korumak istiyorlardı.

Fikirleri silah, hareketleri ise bölücülük olarak görülüyordu.

Kimliklerinden dolayı linç edildi sanatçılar.

Soğuk savaş stratejileri yürütüldü üzerlerinde.

Ama onlar halen kan ve kini bir kenara bırakıp Kürt halkının Kültürel Kimliğinin nüfus cüzdanından ibaret olmadığını anlatmaya çalışıyorlardı.

Kırık cam parçacıkları ve tuz üzerinden yürütülen bedenler yerini Türkiye Büyük Millet Meclisinde Kimliklerini savunan milletvekillerine bıraktı sonradan.

Bölgede bulunan her evde vardır o sancılı günlerin izleri.

Duvarlara asılı olan fotoğraflardakiler ya dağdadır ya da hapiste…

Şimdi oturup düşünüyorum da, benim bütün bunları unutabilmeme imkan var mı?

Veya, bütün bunları kaç kitap okuduktan sonra yaşamış gibi olurum?

Yok yok, ne ben bunları unuturum, ne de birilerinin bana ne yaşadığımı anlatmasına gerek var.

Eğer Kürtseniz ve eğer bu topraklarda "psikolojik çamur" içerisinde büyüdüyseniz, hiç kimsenin size, hiç kimsenin bize hikâye anlatmasına gerek yok!

Bugün gibi hatırlıyoruz.

Yüksekova Haber